Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Edebiyatın temel konusu insandır. Evet, insanın bütün ilişkilerini edebiyatta bulabiliriz. Edebiyat toplumun aynası olduğuna göre, toplumdaki değişmeleri edebiyatın yansıtması doğaldır. Bu toplum içerisinde yaşıyan yazarın da toplumla birlikte, yaşayışı, duyuşu, düşünüşü, inançları, dilekleri de değişir. Bu değişme edebiyatın değişmesine de yol açar.
Konu: sözü edilen nesne veya olaydır. Üzerinde söz söylenecek, yazı yazılacak, eser meydana getirecek her fikir, her olay konudur. İsteğimizi anlatmak için üzerinde durduğumuz problem veya içinde hareket ettiğimiz çerçeve de konudur.
Buffon a göre : «Konuya başlarken fikirlerini derinleştiren, plânını çizen, konusuna girecek temel fikirleri uygun bir görüşle toplıyan kimse, kalemi ne vakit ele alabileceğini, konunun ne kadar olgunlaşmış olduğunu çok iyi anlar.» Konuyu daha iyi anlıyabilmek için Anafikir'le Tema'yı bilmek zorunluluğu vardır.
Ana fikir; bir konudaki asıl fikirdir. Bir yazıda yardımcı fikirlerin etrafındaki toplandığı temel fikre ana fikir denir. Bir konu üzerinde birçok kimseler ayrı ayrı fikirler ileri sürerler; işte bu fikirlerin özü ana fikirdir. Ana fikir eserde açıkça söylenmeyebilir. O bütün fikirlerin bileşkesidir. Bizi ana fikre götüren diğer fikirlere yardımcı fikirler denilir. Yazar, ana fikri açıkça söylemeden, yazısının genel havasına bırakabilir. Konu ile ana fikir birbirine karıştırılmamalıdır. Ana fikir, kesin olarak bir cümle halinde ifade edilmelidir. Meselâ Atatürk' ün Gençliğe Hitabesi'nin « gençliğe yol göstermek » şeklinde belirtilmesi konu, «Gençler, ilk göreviniz, her şeye rağmen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini korumaktır.» cümlesi ise ana fikirdir.
Tema; tem ile aynı anlamdadır. Sözde ve yazıda işlenip geliştirilen bir düşünce veya görüş olan tema Yunanca, theme Fransızcadır. Özellikle manzume ve şiirlerde hâkim olan ve karşıdakine aşılanmak için işlenen, geliştirilen duygudur. Tema'mn yapısını meydana çıkaran buluş, görüş, düşünüş ve duygu bir eserin en belli başlı motifidir.
Sanatçının konuda üstün görülen duygusu temadır. Bilimsel eserlerde değil; şiir, hikâye, roman, tiyatro, senaryo v.b. edebiyat türlerinde tema aranır. Eski edebiyatımızda fânilik, ayrılık, gurbet, ölüm gibi romantik; yeni edebiyatımızda ise yaşama sevgisini belirten temalar işlenmektedir.
Sartre'a göre : «Hiçbir konu, önceden edebiyat sanatının dışında sayılamaz. Bütün mesele, insanın neyi yazacağını bilmesinde. İyi yazarlarda hiçbir zaman üslûp konudan önce gelmez.»
Edebiyatın konusu insandır. Konu insan olunca, edebiyatın tarihini de insanlık tarihi ile birlikte ele almak gerekir. Edebiyata ait sözlü ve yazılı eserlerin nasıl meydana geldiğini anlayabilmek için, o devrin tarihini bilmek gerekir. “Bir ağacın yemiş verme şartlarını incelerken nasıl onun toprağını da göz önünde bulundurmak lâzımsa, edebî mahsullerin nasıl meydana geldiğini anlamak için de o devrin tarihini bilmek icap eder.” (Atsız, Nihal,Türk Edebiyatı Tarihi, Baysan Yay. İst. 1992)
Edebiyatın konusu nedir? Bu tarihi bilgi bize, ilk dönemlerden itibaren milletimizin duygu ve düşünce dünyasına yelken açabilmemize vesile olacaktır. Milletimizin kültürel alnındaki değişim ve gelişimlerini eserler üzerinde görme imkanımız olur. Edebiyatı bütünüyle ele alırsak bir kültürü tam manasıyla değerlendirmiş oluruz. Edebiyat ürünleri, aynı zamanda tarihe tanıklık eden zevkli belgelerdir.
Edebi eserler, toplumların yaşam biçimlerini, geleneklerini, göreneklerini de içine alarak bu konuda toplum bilimcilere bir fikir aracı olmaktadırlar. Yine edebi eserler, halkın inancını, üzüntüsünü, acısını, değer yargılarını, sevinçlerini, özlemlerini şiirlerde, romanlarda, hikâyelerde, masallarda, atasözlerinde, deyimlerde, fıkralarda yer vererek halk bilimi uzmanlarına önemli bir kaynak olmaktadırlar.
*Saza saz ile, söze söz ile mukabele gerek.
*Atlar nallanırken kurbağalar ayağını uzatmaz
*Eşeği düğüne çaırmışlar “Ya su lazımdır, ya odun” demiş.
Sözlü edebiyat dönemi olan destanlardan başlayarak yazılı ürünlerin ilk örneklerinin görülmeye başlandığı 7. yüzyılın sonu ile 8. yüzyılın başlarından itibaren günümüze kadar bütün eserler milletimizin tarih ve kültür aynası olmuştur.
Edebiyatın malzemesi dildir. “Günlük dil, veya edebî dil, baştanbaşa bir kültür hazinesidir. Türkler içinde yaşamış her medeniyet çağında dili halı gibi işlemişlerdir. Be Kaşgarlı Mahmut’un Divan u Lügati’t-Türk’ünü roman gibi birkaç kere okudum. Dede Korkut kitabı gibi o da atlı göçebe medeniyetine ait bir hazinedir. Size ondan eski Türk medeniyetine ile ilgili iki söz edeceğim. Birisi o devir Türkü’nün yaşayış tarzını özetleyen bir atasözü: “Kuş kanadı ile er atı ile”. O devir Türk medeniyeti ata dayanır. At, o devir Türk medeniyetinin anahtarıdır. Eski bir Türk efsanesine göre Türk, gökyüzünden yer yüzüne atlı olarak inmiştir. Bilindiği gibi Türk şamanlar Gök Tanrısının katına ata veya kartala binerek yükselirler. Divan u Lügati’t-Türk’de geçen bir kelime, bana dilin arkeolojiden daha önemli bir kültür hazinesi olduğunu öğreti. Zira, eski çağlara ait yer altında saklanmayan nesneleri eski bir metinde bulmak mümkündür. Türkler, karlı sahalarda güneşin parıltısı gözlerini kör etmesin diye at kılından gözlük yapar ve takarlarmış. Buna “boyunduruk” gibi “gözündürük” derlermiş. Kaşgarlı’nın lugatı yazılı bir atlı göçebe medeniyeti müzesidir. Bilindiği gibi onda eski Türklerin düğünlerini, dinlerini, savaşlarını tasvir eden güzel şiirler vardır.
( Kaplan, Mehmet, Kültür ve Dil, Dergah Yayınları,7. Baskı, Eylül 1992)
Nevâî, Türkçenin, bir fiiller ve mecazlar lisânı olduğunu anlatır. Bir tarih boyunca at üstünde yaşayarak, engin Asya bozkırlarını Gel! Git! Vur! Kır! Çık! İn! Koş! Dur! v.b. gibi tek heceli sedâlarla dolduran Türkler, devamlı bir fiil ve hareket halinde oldukları için, dillerinin hemen hemen bütün fiillerini kendileri yaratmışlardır.
(Banarlı, Nihad Sami, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, 16. Baskı, İstanbul, 1999)
…. Dilin çeşitli yönleri vardır. Ses dilin en mühim iki unsurundan biridir ve ses edebiyatta -bilhassa şiirde- estetik bir rol oynar. Yahya Kemal bu hakikati bir şiirinde şu mısralarla ifade etmiştir:
Üstad elinde sertâser âhenk olur lisan
Mızraba ses verir kelimatıyle tel gibi
Elhan duyulmadıkça belâgat giran gelür
Laf ü güzaftan mütehassıl kesel gibi
Sertâser: Baştan başa, hep, bütün / belâgat: İyi, güzel, pürüzsüz söz söyleme / giran: ağır, sakil) / (kesel: Gevşeklik, tenbellik, uyuşukluk) Laf ü güzaftan: manasız, boş söz.
( Kaplan, Mehmet, Kültür ve Dil, Dergah Yayınları,7. Baskı, Eylül 1992)
“İnsan bazı kere hatırına gelen hayali tanıyamaz o kadar güzeldir. Zihninde uçan bir fikre yetişemez, o kadar yüksektir. Kalbinde doğan hissi bulamaz, o kadar derindir. Bu acı ile bir feryat koparır, yahut pek karanlık bir şey söyler, yahut hiçbir şey söyleyemez de kalemini ayağının altına alıp ezer. Bunlar şiirdir.”
(Abdülhak Hamit, Makber Mukaddemesi’nden)
Christopher Caudwell’in Yanılsama ve Gerçeklik adlı kitabının şiirin geleceğiyle ilgili bölümü gerçekten çok ilginç. Caudwell yirmidokuz yaşında İspanya’da Jarama savaşında öldü (1937). Ama yapıtı bugün de taptaze duruyor. Edebiyat eleştirisi alanında kendisinden en çok söz edilen İngiliz yazarlardan biri. Hellenist Georges Thomson şöyle diyor onun için: "Estetiğin temel sorunlarına Marksist bir çözüm getirmeğe çalışan ilk adam"Ne var ki yapıtını bütünüyle ele alan derinleştirilmiş bir inceleme de pek yapılmamış Caudwell için. Yalnız on yıl kadar önce David Margolies’nin onun estetiği üstüne bir kitap yayımladığını bir yerde okumuştum. Aynı anda New York ve Londra’da basılmış bu kitabı göremedim. Ama ondan söz eden yazıyı kesip saklamışım. Jean Duparc yazmış. İsterseniz özetleyelim.Caudwell edebiyatın insan hayatındaki işlevini açıklama çabası içindedir. Sanat dünyayı değiştirme işlevinin peşinde olmalıdır. Bunu da insanların bilincini değiştirerek yapmalıdır. Toplumun özlemlerine uyarlanarak.Sanat hem bilinçli bir yanılsama hem de coşkusal bir toparlanmadır. O yanılsama isteklerimizi gerçeğin ortasına fırlatır ve kendisi de gerçeğin kendisi haline gelir. Ama sanat etkinliği bireye dıştan ve belli toplumsal isterlere göre hazırlanmış ideolojik bir modeli zorla benimsetme yoluna gitmemelidir. Sanat "güdüleri" onların iç zorunluluğunu da hesaba katacaktır. Kendisi de bir toplumsal ürün olan o iç zorunluluk konusunda kişiyi daha da bilinçlendirecektir. Yapıt da o iki tür zorunluluğun (güdüler ve toplumsal ilişkiler) çatışması sonucu ortaya çıkacaktır.Kapitalizmin ileri aşamalarında seçkinlerin sanatının gerçeklikten yüz çevirdiği görülmektedir. Edebiyattaki kitle türlerini duygusal filmleri ve polis romanlaıını düşünelim. Halkın afyonundan başka bir şey değildir bunlar. Oysa gerçek sanat içinden özgürlüğün fışkırdığı trajik çatışmaları çözmeye çalışmalıdır.Şiir onu okuduğumuz zaman ortaya çıkan şeydir. Teori yani bir ideolojik sunu olmadan önce pratik bir etkinlik hali vardır şiirde. Şair kişi elbet A. Richards’ın şiilerini de Marksist bir yazan da (diyelim Buharin) okumuştur. Coşkusal ve düşünsel etkiler üst üste gelecektir onda. Şairin oluşumunda bir dizi ters öğe ard arda bağlanan öğeler onu bilim ve sanat arasında koşturacak yarattığı dil hem "mantıksal" hem "coşkusal" yönler kazanacaktır. Şiirdeki "ben"in hem toplumsal hem "öznel" planda oluşu da bundan ileri gelmektedir. Böylece o "ben hem kendi kendisidir hem de toplumdaki bütün üyelerin ortak özelliklerini taşımaktadır. Bir pratik olarak şiir sanatı hayattaki ortak duyguları ve teoriyi meydana getiren düşünsel biçimleri değiştirir.Şair sanatçı sanatsal biçimler içinde kendini açıklıyor değildir. Ya? Kendini keşfediyordur onlarda. Kendi deneyinin birleşimini toplumunkine uygulayarak kendi "ben"ini toplumsal ilişkilerin modeli içinde görerek sadece toplumsal açıdan bir değer taşıyan bir ürün yaratmakla kalmaz şair. Kendi kendinin modelini de yaratır ortaya çıkarır.Caudwell’in çağdaş edebiyat konusundaki düşünceleri adamakıllı olumsuz. Ona göre burjuva toplumunda sanat dönüşsüz olarak bir kültür dekadansının içine yuvarlanmıştır. Sosyalist bir toplumda edebiyat kendi kendinin bilincine daha çok varacaktır. Burjuva toplumda sözcükler ticari ortam içinde aşınmış bireyler kopuk kopuk kalmışlardır; dil yoksullaşmıştır. Yeni bir toplumda ise sözcükler eski güçlerini bulacak dil her türlü ilişki ve durumun karşılığını yaratacaktır.
Sanatın işlevi konusunda hemen her zaman sanat dünyası ile bilim dünyasını karşı karşıya getirmesinden sanatı hep böyle çift kutuplu görmesinden ötürü Caudwell sık sık eleştirilmiştir. Margolies de dinin ahlakın hukuki üstyapılarının ve başka ideoloji kesimlerinin ele alınmamış olmasını Caudwell’in yapıtında bir eksiklik olarak görüyor.
Tarih: 2016-03-02 01:56:44 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Edebiyatın Konusu ve İşlevi Nedir
Bu Yazıda Neler Var:
Konu: sözü edilen nesne veya olaydır. Üzerinde söz söylenecek, yazı yazılacak, eser meydana getirecek her fikir, her olay konudur. İsteğimizi anlatmak için üzerinde durduğumuz problem veya içinde hareket ettiğimiz çerçeve de konudur.
Buffon a göre : «Konuya başlarken fikirlerini derinleştiren, plânını çizen, konusuna girecek temel fikirleri uygun bir görüşle toplıyan kimse, kalemi ne vakit ele alabileceğini, konunun ne kadar olgunlaşmış olduğunu çok iyi anlar.» Konuyu daha iyi anlıyabilmek için Anafikir'le Tema'yı bilmek zorunluluğu vardır.
Ana fikir; bir konudaki asıl fikirdir. Bir yazıda yardımcı fikirlerin etrafındaki toplandığı temel fikre ana fikir denir. Bir konu üzerinde birçok kimseler ayrı ayrı fikirler ileri sürerler; işte bu fikirlerin özü ana fikirdir. Ana fikir eserde açıkça söylenmeyebilir. O bütün fikirlerin bileşkesidir. Bizi ana fikre götüren diğer fikirlere yardımcı fikirler denilir. Yazar, ana fikri açıkça söylemeden, yazısının genel havasına bırakabilir. Konu ile ana fikir birbirine karıştırılmamalıdır. Ana fikir, kesin olarak bir cümle halinde ifade edilmelidir. Meselâ Atatürk' ün Gençliğe Hitabesi'nin « gençliğe yol göstermek » şeklinde belirtilmesi konu, «Gençler, ilk göreviniz, her şeye rağmen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini korumaktır.» cümlesi ise ana fikirdir.
Tema; tem ile aynı anlamdadır. Sözde ve yazıda işlenip geliştirilen bir düşünce veya görüş olan tema Yunanca, theme Fransızcadır. Özellikle manzume ve şiirlerde hâkim olan ve karşıdakine aşılanmak için işlenen, geliştirilen duygudur. Tema'mn yapısını meydana çıkaran buluş, görüş, düşünüş ve duygu bir eserin en belli başlı motifidir.
Sanatçının konuda üstün görülen duygusu temadır. Bilimsel eserlerde değil; şiir, hikâye, roman, tiyatro, senaryo v.b. edebiyat türlerinde tema aranır. Eski edebiyatımızda fânilik, ayrılık, gurbet, ölüm gibi romantik; yeni edebiyatımızda ise yaşama sevgisini belirten temalar işlenmektedir.
Sartre'a göre : «Hiçbir konu, önceden edebiyat sanatının dışında sayılamaz. Bütün mesele, insanın neyi yazacağını bilmesinde. İyi yazarlarda hiçbir zaman üslûp konudan önce gelmez.»
Edebiyatın Konusu Nedir ? (Detay)
Edebiyatın konusu insandır. Konu insan olunca, edebiyatın tarihini de insanlık tarihi ile birlikte ele almak gerekir. Edebiyata ait sözlü ve yazılı eserlerin nasıl meydana geldiğini anlayabilmek için, o devrin tarihini bilmek gerekir. “Bir ağacın yemiş verme şartlarını incelerken nasıl onun toprağını da göz önünde bulundurmak lâzımsa, edebî mahsullerin nasıl meydana geldiğini anlamak için de o devrin tarihini bilmek icap eder.” (Atsız, Nihal,Türk Edebiyatı Tarihi, Baysan Yay. İst. 1992)
Edebiyatın konusu nedir? Bu tarihi bilgi bize, ilk dönemlerden itibaren milletimizin duygu ve düşünce dünyasına yelken açabilmemize vesile olacaktır. Milletimizin kültürel alnındaki değişim ve gelişimlerini eserler üzerinde görme imkanımız olur. Edebiyatı bütünüyle ele alırsak bir kültürü tam manasıyla değerlendirmiş oluruz. Edebiyat ürünleri, aynı zamanda tarihe tanıklık eden zevkli belgelerdir.
Edebi eserler, toplumların yaşam biçimlerini, geleneklerini, göreneklerini de içine alarak bu konuda toplum bilimcilere bir fikir aracı olmaktadırlar. Yine edebi eserler, halkın inancını, üzüntüsünü, acısını, değer yargılarını, sevinçlerini, özlemlerini şiirlerde, romanlarda, hikâyelerde, masallarda, atasözlerinde, deyimlerde, fıkralarda yer vererek halk bilimi uzmanlarına önemli bir kaynak olmaktadırlar.
*Saza saz ile, söze söz ile mukabele gerek.
*Atlar nallanırken kurbağalar ayağını uzatmaz
*Eşeği düğüne çaırmışlar “Ya su lazımdır, ya odun” demiş.
Sözlü edebiyat dönemi olan destanlardan başlayarak yazılı ürünlerin ilk örneklerinin görülmeye başlandığı 7. yüzyılın sonu ile 8. yüzyılın başlarından itibaren günümüze kadar bütün eserler milletimizin tarih ve kültür aynası olmuştur.
Edebiyatın malzemesi dildir. “Günlük dil, veya edebî dil, baştanbaşa bir kültür hazinesidir. Türkler içinde yaşamış her medeniyet çağında dili halı gibi işlemişlerdir. Be Kaşgarlı Mahmut’un Divan u Lügati’t-Türk’ünü roman gibi birkaç kere okudum. Dede Korkut kitabı gibi o da atlı göçebe medeniyetine ait bir hazinedir. Size ondan eski Türk medeniyetine ile ilgili iki söz edeceğim. Birisi o devir Türkü’nün yaşayış tarzını özetleyen bir atasözü: “Kuş kanadı ile er atı ile”. O devir Türk medeniyeti ata dayanır. At, o devir Türk medeniyetinin anahtarıdır. Eski bir Türk efsanesine göre Türk, gökyüzünden yer yüzüne atlı olarak inmiştir. Bilindiği gibi Türk şamanlar Gök Tanrısının katına ata veya kartala binerek yükselirler. Divan u Lügati’t-Türk’de geçen bir kelime, bana dilin arkeolojiden daha önemli bir kültür hazinesi olduğunu öğreti. Zira, eski çağlara ait yer altında saklanmayan nesneleri eski bir metinde bulmak mümkündür. Türkler, karlı sahalarda güneşin parıltısı gözlerini kör etmesin diye at kılından gözlük yapar ve takarlarmış. Buna “boyunduruk” gibi “gözündürük” derlermiş. Kaşgarlı’nın lugatı yazılı bir atlı göçebe medeniyeti müzesidir. Bilindiği gibi onda eski Türklerin düğünlerini, dinlerini, savaşlarını tasvir eden güzel şiirler vardır.
( Kaplan, Mehmet, Kültür ve Dil, Dergah Yayınları,7. Baskı, Eylül 1992)
Nevâî, Türkçenin, bir fiiller ve mecazlar lisânı olduğunu anlatır. Bir tarih boyunca at üstünde yaşayarak, engin Asya bozkırlarını Gel! Git! Vur! Kır! Çık! İn! Koş! Dur! v.b. gibi tek heceli sedâlarla dolduran Türkler, devamlı bir fiil ve hareket halinde oldukları için, dillerinin hemen hemen bütün fiillerini kendileri yaratmışlardır.
(Banarlı, Nihad Sami, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, 16. Baskı, İstanbul, 1999)
…. Dilin çeşitli yönleri vardır. Ses dilin en mühim iki unsurundan biridir ve ses edebiyatta -bilhassa şiirde- estetik bir rol oynar. Yahya Kemal bu hakikati bir şiirinde şu mısralarla ifade etmiştir:
Üstad elinde sertâser âhenk olur lisan
Mızraba ses verir kelimatıyle tel gibi
Elhan duyulmadıkça belâgat giran gelür
Laf ü güzaftan mütehassıl kesel gibi
Sertâser: Baştan başa, hep, bütün / belâgat: İyi, güzel, pürüzsüz söz söyleme / giran: ağır, sakil) / (kesel: Gevşeklik, tenbellik, uyuşukluk) Laf ü güzaftan: manasız, boş söz.
( Kaplan, Mehmet, Kültür ve Dil, Dergah Yayınları,7. Baskı, Eylül 1992)
“İnsan bazı kere hatırına gelen hayali tanıyamaz o kadar güzeldir. Zihninde uçan bir fikre yetişemez, o kadar yüksektir. Kalbinde doğan hissi bulamaz, o kadar derindir. Bu acı ile bir feryat koparır, yahut pek karanlık bir şey söyler, yahut hiçbir şey söyleyemez de kalemini ayağının altına alıp ezer. Bunlar şiirdir.”
(Abdülhak Hamit, Makber Mukaddemesi’nden)
Edebiyatın İşlevi
Christopher Caudwell’in Yanılsama ve Gerçeklik adlı kitabının şiirin geleceğiyle ilgili bölümü gerçekten çok ilginç. Caudwell yirmidokuz yaşında İspanya’da Jarama savaşında öldü (1937). Ama yapıtı bugün de taptaze duruyor. Edebiyat eleştirisi alanında kendisinden en çok söz edilen İngiliz yazarlardan biri. Hellenist Georges Thomson şöyle diyor onun için: "Estetiğin temel sorunlarına Marksist bir çözüm getirmeğe çalışan ilk adam"Ne var ki yapıtını bütünüyle ele alan derinleştirilmiş bir inceleme de pek yapılmamış Caudwell için. Yalnız on yıl kadar önce David Margolies’nin onun estetiği üstüne bir kitap yayımladığını bir yerde okumuştum. Aynı anda New York ve Londra’da basılmış bu kitabı göremedim. Ama ondan söz eden yazıyı kesip saklamışım. Jean Duparc yazmış. İsterseniz özetleyelim.Caudwell edebiyatın insan hayatındaki işlevini açıklama çabası içindedir. Sanat dünyayı değiştirme işlevinin peşinde olmalıdır. Bunu da insanların bilincini değiştirerek yapmalıdır. Toplumun özlemlerine uyarlanarak.Sanat hem bilinçli bir yanılsama hem de coşkusal bir toparlanmadır. O yanılsama isteklerimizi gerçeğin ortasına fırlatır ve kendisi de gerçeğin kendisi haline gelir. Ama sanat etkinliği bireye dıştan ve belli toplumsal isterlere göre hazırlanmış ideolojik bir modeli zorla benimsetme yoluna gitmemelidir. Sanat "güdüleri" onların iç zorunluluğunu da hesaba katacaktır. Kendisi de bir toplumsal ürün olan o iç zorunluluk konusunda kişiyi daha da bilinçlendirecektir. Yapıt da o iki tür zorunluluğun (güdüler ve toplumsal ilişkiler) çatışması sonucu ortaya çıkacaktır.Kapitalizmin ileri aşamalarında seçkinlerin sanatının gerçeklikten yüz çevirdiği görülmektedir. Edebiyattaki kitle türlerini duygusal filmleri ve polis romanlaıını düşünelim. Halkın afyonundan başka bir şey değildir bunlar. Oysa gerçek sanat içinden özgürlüğün fışkırdığı trajik çatışmaları çözmeye çalışmalıdır.Şiir onu okuduğumuz zaman ortaya çıkan şeydir. Teori yani bir ideolojik sunu olmadan önce pratik bir etkinlik hali vardır şiirde. Şair kişi elbet A. Richards’ın şiilerini de Marksist bir yazan da (diyelim Buharin) okumuştur. Coşkusal ve düşünsel etkiler üst üste gelecektir onda. Şairin oluşumunda bir dizi ters öğe ard arda bağlanan öğeler onu bilim ve sanat arasında koşturacak yarattığı dil hem "mantıksal" hem "coşkusal" yönler kazanacaktır. Şiirdeki "ben"in hem toplumsal hem "öznel" planda oluşu da bundan ileri gelmektedir. Böylece o "ben hem kendi kendisidir hem de toplumdaki bütün üyelerin ortak özelliklerini taşımaktadır. Bir pratik olarak şiir sanatı hayattaki ortak duyguları ve teoriyi meydana getiren düşünsel biçimleri değiştirir.Şair sanatçı sanatsal biçimler içinde kendini açıklıyor değildir. Ya? Kendini keşfediyordur onlarda. Kendi deneyinin birleşimini toplumunkine uygulayarak kendi "ben"ini toplumsal ilişkilerin modeli içinde görerek sadece toplumsal açıdan bir değer taşıyan bir ürün yaratmakla kalmaz şair. Kendi kendinin modelini de yaratır ortaya çıkarır.Caudwell’in çağdaş edebiyat konusundaki düşünceleri adamakıllı olumsuz. Ona göre burjuva toplumunda sanat dönüşsüz olarak bir kültür dekadansının içine yuvarlanmıştır. Sosyalist bir toplumda edebiyat kendi kendinin bilincine daha çok varacaktır. Burjuva toplumda sözcükler ticari ortam içinde aşınmış bireyler kopuk kopuk kalmışlardır; dil yoksullaşmıştır. Yeni bir toplumda ise sözcükler eski güçlerini bulacak dil her türlü ilişki ve durumun karşılığını yaratacaktır.
Sanatın işlevi konusunda hemen her zaman sanat dünyası ile bilim dünyasını karşı karşıya getirmesinden sanatı hep böyle çift kutuplu görmesinden ötürü Caudwell sık sık eleştirilmiştir. Margolies de dinin ahlakın hukuki üstyapılarının ve başka ideoloji kesimlerinin ele alınmamış olmasını Caudwell’in yapıtında bir eksiklik olarak görüyor.
Tarih: 2016-03-02 01:56:44 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx